|


Üzümünü yemek, ama bu arada bağcıyı dövmeyi de ihmal etmemek

Sevgili Meslektaşlarım,

Bu yazıyı okumaya başladığınıza göre, Dünya’nın eğitilmiş insanları içerisinde en zor, upuzun, yıpratıcı ve yorucu eğitimi, tıp eğitimini almış olmalısınız. Üstelik bu altı yılda aşılan mayın tarlasının sonunda da altın sahillere ulaşılamıyor, iş bitmiyor. O tarla bitiyor, bu tarla başlıyor. Haydi bakalım, uzmanlık sınavına…

İyi de, işe nereden başlayacağız?

Yıllar önce, 1990’ların başında sınıfta yazısı en güzel olanın tuttuğu notların fotokopisi ile Tıpta Uzmanlık Sınavı’nda (TUS) bir şeyler olup gidiyordu. Sonra, bu materyallerin yetersiz kalacağını erkenden fark eden akıllı girişimciler, kültür emperyalizmini iliklerimize kadar hissettiğimiz ülkelerdeki benzer sınavlar için kullanılan çalışma materyallerinden tercümeler yaparak müthiş bir atılım yaptılar.

Zaman içerisinde bu sınava özgü eğitim kuruluşları ortaya çıkmaya başladı. Bu kuruluşların editörleri, toplamda 30.000 sayfalık bir kaynak havuzunu ele alarak; kendi eğitim anlayışları, eğitmenlik deneyimleri, yabancı dile ve Türkçe’ye olan hakimiyetleri çerçevesinde, bazıları yalan-yanlış bilgiler içerse de, sınav kapsamındaki 11 branş için Türkçe kaynaklar oluşturdular.

Ne olursa olsun, bu kaynakların yararlı olduğu anlaşılınca, 2000-2005 yılları arasında, domatesle yeni tanışmış bir topluma domates satmak için sıraya giren tüccarlar gibi, eline bir tomar samanlı kâğıt alan her genç girişimci meslektaşımız işe bir ucundan tutunmaya başladı. Asıl amacı eğitim, ana kaygısı kitle başarısı olmayan bu delikanlı hekim arkadaşlarımız, şanslarının da yardımıyla tahayyül edemeyecekleri ticari sıçramalar yaptılarsa da çoğu 3-5 yılda buharlaşıverdi; eridi, gitti. Bu kötü gidişin ana nedeni, tek oyunculu bir tiyatrodan ya da kimin ne yaptığı belli olmayan, tuhaf ve anlaşılamaz kuralları olan dağınık bir aile şirketi konumundan kurumsal kimlikli bir eğitim kurumuna dönüşebilmeyi başaramamalarıydı. Amiyane tabirle; vur-kaç, yani…

Ticari güvenilirlik, bilimsel duruş, eğitmen deneyimi, eğitim kalitesi ve hedef kitleyi başarıya ulaştırabilme yetisi açısından ayakta durabilmeyi, hayatta kalabilmeyi başarabilenler bu etkinliklerini günümüze kadar taşıyabildiler. Sahada, sadece kuruluşundan itibaren ilkeli davranan ve ilk hedef olarak kurumsal olabilmeyi seçmiş olan kuruluşlar kaldılar, anlayacağınız.

Bu eğitim kurumlarında görevli branş editörleri kuruluşundan itibaren, zaman geçtikçe sınavı daha da iyi kavradılar. İlginçtir, 2010 yılına gelindikçe sınav komisyonları da işi, yani çoktan seçmeli ama çok yanıtlı “olmayan” sınavlar hazırlamayı daha çok başarmaya başladılar. Sözünü ettiğim profesyonel eğitim kurumlarının, komisyonların gösterdikleri bu gelişim sürecindeki katkıları asla yadsınamaz. Eğitim kurumları, bu süreçte, ellerindeki evrensel tıbbi kaynaklarla ve konularına vakıf hocalarıyla oldukça kararlı, ciddi ve hatta tehditkâr bir duruş gösterdiler.

Ama karşılıklı dikkat ve özenle yürütülmekte olan bu hassas ilişki, sınav merkezlerindeki karanlık gölgelerce sabote edildi ve yenice “hakkaniyetle seçebilme” kıvamına gelmiş olan sınav; baştan çıkmaların, çılgınlıkların, öfkenin, hıncın ve “öç alma” refleksinin başrol aldığı ironik bir silkelenme sahnesine dönüştü. Sevgili meslektaşlarım, sınavda sorulmuş olan bazı soruların hazırlanması sürecindeki ruh hali ile, 1532’deki Francisco Pizarro’nun İnka kabilesi üzerine at sürerken hissettikleri arasında korkunç bir benzerlik kuruyor olduğumu itiraf etmeliyim.

Bir örnek vereyim…

Eylül 2012 sınavının değerlendirme yazısında belirttiğim şu tespiti, buraya, yazının akıtıldığı tarihsel süreçle karışmasın diye farklı bir fontta, puntoda ve renkte tekrar koyuyorum:

“Sorular, Mikoloji soruları dışında, temel bilgileri sorgulayan ve çalışan hekimlerin kolaylıkla cevaplayabilecekleri sorulardı. Ancak Mikoloji soruları sayısal olarak da zorluk derecesi olarak da şaşırtıcı idi:

Beş Mikoloji sorusundan dördü (63, 64, 65 ve 66) de son derece gereksiz, özensiz ve anlamsız sorulardır. Bu soruların Mikrobiyoloji Yandal Uzmanlık Sınavı için bile uygunluğu tartışılabilir.

 Bizce, TUS hakkında hiçbir fikri olmayan bireylerce, muhakeme edilmeksizin, adeta öfkeyle sorulmuş, realiteden uzak ve hiçbir seçiciliği bulunmayan sorulardır. Kitapta görülür görülmez, öylesine, ayrım yapılmaksızın sorulmuşlardır.

Mikoloji sorularını sormuş olan sayın eğitmenlere, anlayışlarına sığınarak, mesleki gelecekleri açısından bir iyilik yapmak amacıyla şu gerçekliği hatırlatmak isteriz: Sınavlarda sorduğu sorunun hiçbir kimse tarafından doğru olarak yanıtlanmaması hiç de iyi ve övünülecek bir şey değildir. Tersine, eğer bir sınavda sorduğu soruyu hiç kimse doğru yanıtlayamıyorsa bu durum o eğitmeni yüceltmez; tersine sorduğu soruların hiçbir seçiciliği bulunmadığı için “hiç yokmuş” muamelesi görür. Lütfen sorularınızın doğru yanıtlanmasından korkmayınız; aslında bu çok da hoş bir şeydir.

Pratisyen hekimlerden vazgeçtik, tez olarak bu konuları çalışmış ya da özel olarak Mikoloji ile ilgilenmiş olan 1-2 öğretim üyesi hariç Türkiye’de bu dört sorunun tamamını, hele hele bizce TUS tarihinin en komik sorusu mertebesine şimdiden erişmiş olan ve yıllarca bir benzerinin daha sorulamayacağına inandığımız 63. soruyu yanıtlayacak kaç tane Mikrobiyoloji profesörü ya da doçenti vardır? Doğrusu çok merak ettik.

(Hatırlatmak için, pratisyen hekimlerin bilmesi istenen, sınava iyi hazırlanmış pratisyen hekimlerin seçilmesi amacıyla sorulmuş olan bu 63. soruyu buraya ekliyorum)

63. Özellikle Aspergillus türlerinin tanımlanmasında kullanılabilecek besiyeri aşağıdakilerden hangisidir?
A)
Sabouraud dekstroz agar
B) Malt ekstrakt agar
C) Czapek-Dox agar(Doğru cevap bu imiş? Biz de sayelerinde öğrenmiş olduk.)
D)
CHROMagar
E) Cornmeal agar

O tarihte yaptığımız bu eleştiriye, bıraktığımız yerden devam edelim…

– Bu eleştiriyi neden mi bu kadar uzattık? Sınav komisyonunun diğer üyelerinin dikkatini çeksin de bu soruyu soran muhterem eğitmene, aylarca insanlık dışı bir gayretle, her türlü fedakârlığı göstererek, nice bunalımlar içerisinde çalışmış olan 15 bin gencecik hekimin geleceğini belirleyecek olan bu sınavın “ne amaçla yapıldığı” bir kez daha anlatılsın diye…

 Bu arada bir diğer önerimiz, sınava soru vermeden 30-60 dakika önce bir şeyler yiyip içilmesi, bir nedenle herhangi bir gerginlik yaşanmışsa da soru sormanın birkaç saat ertelenmesidir.

Evet… Bu özensizlik, acımasız ve asimetrik duruş karşısında inanın sizler kadar bizler de çok şaşırdık, üzüldük. Ben, konunun tarafı olarak, kalbi çok ama çok yoran bu kapkaranlık duyguların ve gencecik hekimlere haksızlık yapma psikolojisinin pençesinde, kabuslar içerisinde bu gibi soruları sormuş olduğundan kuşku duymadığım meslektaşım adına çok çok üzüldüm. Umarım en kısa zamanda, zaten sahip olduğuna inandığım, sırf “sınayanların tekrar prestij kazanması” amacıyla, zorla sırtına geçirilmiş olan ve eminim kendisine hiç yakışmamış o kapkara elbiseyi çıkarır. Evrensel bir eğitmenin sahip olması gereken duygulanımlarını yeniden kazanır. Sizden, kendisi ve bütün eğitim gönüllüleri adına özür dilerim.

Gelelim başlığıma…

Bu ne biçim yazı, kardeşim? Yazı bitti, sen başlığa yeni geldin, diyebilirsiniz. Eh! Olabilir, yani…

Bazı genç, laf aramızda, birazcık da sabırsız meslektaşlarımızın şu yakınma ve kızgınlık ifadelerini duyuyoruz: “Bu kitap/dergi de amma ayrıntılı yazılmış, abuk subuk şeylerle dolu”.

Sevgili dostlarım,

Bu işin doğumunda, beslenmesinde, pamuklar içerisinde özenle büyütülmesinde ve sözüne güvenilir, kişilikli bir delikanlıya dönüştürülmesinde bunca emeği olan, zor günleri atlata atlata engelli koşucusuna dönmüş, zorlu ticari sınavlardan geçmiş, rakip kuruluşlarca gönderilen bitirim mi bitirim, bıçkın mı bıçkın elçileri konuk etmiş, ağırlamış ve geliş fikirlerinin yerine kazanılmış fikirlerle uğurlanmalarını sağlayacak kadar kararlı, tıp eğitimi dışındaki özneler için yaşatılan hiçbir fikrin yanında yer almamış bu eğitim kurumuna güvenmelisiniz.

Biz, eğitimci kimliğimizle, yıllarca elde ettiğimiz başarılarımızla önünüzdeyiz. Zaten eğitim düzeyi bunca yükseklerde seyreden bir popülasyon için hiçbir şeyi gizleyemezsiniz.

Lütfen size sunduğumuz olgun, bal tadındaki üzümlerimizi yiyin, bol bol yiyin; de…

Yani, bağcıyı da dövmeyin, hani…

Birinci dipnot: Yiyin dedik de, aklımıza geldi: Dikkat! TUS gebelik gibidir, şişmanlatır…

İkinci dipnot: Meraklanmayın, doğumdan (kazandıktan) sonra, Antalya sahillerinde (benim şehrimdir, iyi bilirim)aldığınız kiloları kolayca verirsiniz.

Dr. Volkan ÖZGÜVEN

Bu yazı 11687 defa okundu.


Yazarın diğer yazıları :

Yorum yapın :