|


Önce Eğitim

 

Çin bizim gençlik yıllarımızda çok geri kalmış bir ülke konumunda idi. Yıllık ihracatı 1978 yılında dünya ihracatının sadece binde sekizini oluşturuyordu, bu rakam o dönemdeki Libya’nın ihracatı ile aynı miktardı. Günümüzde Çin yaklaşık 2 trilyon dolarla dünya ihracatının %10.4’ünü gerçekleştirirken Libya binde birine gerilemiş. Onyedi milyon nüfuslu Hollanda 660 milyar dolar, dokuz milyon nüfuslu İsveç yılda 200 milyar dolar ihracat yaparken 75 milyon nüfuslu Türkiye 140 milyar dolarda kaldı. Güneydoğu Asya ülkeleri de son 30 yılda inanılmaz hamleler yaptılar ve herbiri dünya ihracatı toplamının yüzde 3 civarında ihracat gerçekleştirdiler. İhracat miktarları ülkelerin üretkenliklerini yansıtıyor. Vatanını seven ve vatanı ve milleti için iyi şeyler yapmak isteyen bir vatandaş olarak ‘Bu durumda neleri farklı yaparsak o seviyelere gelebiliriz?’ sorusunu cevaplamak gerekiyor.

 

Çin kalkınmaya karar verdiğinde öncelikle insanlarının aklını özgürleştirdi ve özgüven aşıladı. Özgüven olmazsa özeleştiri de olmazdı. 1978’de Çin Komünist Partisi onlarca yıldır ülkeyi dış dünyaya kapatan kabuğu kaldırdı ve inanılmaz dönüşüm başladı. Akılların özgürleşmesi tabana kadar yayıldı sonuçta herkes kendi rollerini üstlenmeye yüreklendirildi. Çindeki bütün işletmeler 1976’ya kadar devlet mülkiyeti ve denetimi altındaydı. Kapitalizmi lanetleme noktasından, günümüzde ekonominin üçte ikisini özel sektörün eline bırakma noktasına gelmek, devasa bir geçiş anlamına geliyor. Bu arada hemen her konuda dünya ile rekabete girerek sürekli yarış içinde olmuşlar ve sundukları hizmet ve ürünleri geliştirmeye çalışmışlar. Çin’in kalkınma hamlelerini ayrıntılı olarak bir başka makalede değineceğim.

 

Güney Kore’de 1960 yılında kişi başına düşen milli gelir 132 dolar, Türkiye’de 481 dolar idi. Günümüzde G. Kore’de 16500 dolar, Türkiye’de ise 8500 dolar civarında. 50 milyon nüfuslu Kore 550 milyar dolar ihracat yapıyor. Güney Kore ne yaptı da son 50 yılda inanılmaz başarılar kazandı? Bunu iki nedene bağlıyorlar:

 

1) ‘Kalkınmayı çok istedik’;

 

2) Eğitime çok önem verdik, ilkokul öğretmenine verdiğimiz maaş albayın maaşından az değildi.’ diyorlar. Tabii öncelikle öğretmenlerin kalitesine ve performansına önem vermişler. İyi bir öğretmen on bilmeli, bir anlatmalı diyorlar.

 

İsveç nüfus olarak bizim 8 katı küçüklüğünde olan İskandinav ülkesi. Bizim yaptığımız ihracatın birbuçuk katı fazlasını yapıyorlar. Onaltı yaşına kadar herkes eğitim alıyor ve bu dönemde sadece İsveçce, İngilizce ve matematik dersleri zorunlu. Tüm İsveçliler ana dilleri gibi İngilizce konuşuyorlar. Dünyada kişi başı bilimsel yayınların en fazla yapıldığı ülke durumunda. Başkentleri Stokholm’de 100’ yakın müze var. Matematiğin zorunlu ders olması ve dil eğitimi kadar önem verilmesi çocukların analitik düşünme yeteneklerini ilerletiyor ve hayatlarında karşılaşacakları problemleri kolaylıkla çözebilme fırsatı sağlıyor. Ayrıca dünyaya tasarımlarını pazarlıyorlar. Şimdiye kadar 30 İsveçli bilim insanı nobel ödülü aldı.

 

Hollanda yüzölçümü olarak bizim 23 kat ve nüfus olarak 5 kat küçüğümüz. Ama ihracatları bizimkinden 5 kat büyük. Konya şehri büyüklüğündeki bu ülke Avrupaya hergün taze sebze ve çiçek göndermekte. Amsterdam havalimanına yakın bir yerde taze çiçek mezatlığı var, hergün kargo uçakları ile bütün dünyaya sevkiyatlar olmakta. Yabancı uyruklu bir kişinin 20 dakikada pasaportunu ibraz ederek şirket kurabildiği ve fatura kesebildiği bu ülkede bürokratik işlemler olabildiğince azaltılmış. Türkiye’nin toplam ihracatı kadar sadece tarım ihracatı olan ülkede ‘uygulamalı bilimler okulları’ bulunuyor ve buralardan mezun olanlar kendi dallarında birer usta olarak mesleki faaliyetlerine başlıyorlar. Tarım işinde çalışanlar iyi eğitilmiş, bilinçli ve araştırıcı özelliğe sahipler.

 

Bu dört ülke hakkında çok yüzeyel fakat derinlemesine düşünülmesi gereken birkaç özelliklerinden bahsettim. Elbetteki çok daha farklı yönleri ele alınabilir. Hepsinde ortak temel bir özellik bunuyor: Eğitim ve rekabet. Bilim insanları zihinsel engelliler hariç herkesin matematik profesörü seviyesine gelebilecek düzeyde matematiği öğrenebileceğini belirtiyor. Bazılarımız için en zor bölüm kabul edilen matematikte bile eğitimle en üst seviyeye çıkılabiliyorsa diğer bölümlerde de aynı başarıya ulaşılabilinir. Kolay ve rahat olanı seçme özelliklerine giderek daha fazla tercih ediyor oluşumuz diğer dünya devletleriyle rekabet etmemizi zorlaştırıyor. Sonra da niye dünya kupası finallerine futbol takımımız gidemiyor diye hayıflanıyoruz, Yunan milli takımını seyrederken.

 

Harvard üniversitesinden bir matematik profesörü ODTÜ’ye geliyor ve matematik bölümü öğrencilerine 10+10 iki  grup halinde sorular soruyor. Aynı soruları Harvard’daki öğrencilere de soruyor. Şaşırtıcı derecede aynı oranda doğru cevaplar alıyor. Fakat sorular iki grup, 10 soru düz bilgiyi ölçen soru tipleri, diğer 10 soru yoruma ve senteze dayalı soru tipleri. ODTÜ’lü öğrenciler düz bilgi sorularının ortalama olarak 9’unu, sentez sorularının 2’sini cevaplarken, Harvard’lı öğrenciler düz bilgi sorularının sadece 2’sini, sentez sorularının 9’unu cevaplıyorlar. En zeki ve çalışkan çocuklarımız en iyi okullarımızda eğitim alsalar dahi eğitim sistemimizin ezbere dayalı özelliği nedeniyle düşünme ve yorumlama özellikleri ilerlemiyor.  Test sınav sistemi ile 45 saniyede bir soruyu çözmeye zorlanan çocuklar diğer problemlerini çözmede uzun soluklu sebat gösteremiyorlar ve kapsamlı düşünme özelliklerine sahip olamıyorlar.  

 

Geçmişimiz çok eskilere dayanıyor, birçok medeniyetler kurmuşuz, çokça kaybetmişiz fakat yeniden ayağa kalkıp ilerlemeye devam etmişiz. Kimsenin olmadığı kadar hasımlarımız olmuş, dışarıdan yıkamayacaklarını anladıklarında içeriden devirmeye çalışmışlar. Geçmişte yaptığımız doğru ve yanlışları yeni nesil gençlere doğru bir şekilde aktararak ve diğer ülkelerin başarı stratejilerini yakından inceleyerek bünyemize uygun olanları almamız durumunda, başımız dik bir şekilde yükseklere tırmanırız. Birbirimizle uğraşmamız durumunda kıymetli vakitlerimizin israf olacağını, gerileyeceğimizi ve sonunda yıkılacağımızı hatırımızdan çıkarmayalım. Her seviyedeki tüm okullarımızda okuyan çocuklarımızın, gençlerimizin bizim istikballerimiz olduğu gerçeğini hatırlayarak saf ve temiz niyetlerle onların en iyi eğitimleri almasına yürekten gayret gösterelim. Sağlam karakterli ve ilkeleri olan bir nesil oluşturmak için öncelikle biz yetişkinler örnek olalım.

 

Dr. Metin YILDIRIMKAYA

Bu yazı 3986 defa okundu.


Yazarın diğer yazıları :

Yorum yapın :