|


TUS’UN GEÇMİŞİ VE GELECEĞİ

En sonda söylememiz gerekeni en başta söyleyelim. Aslında bu sınavın geçmişi de geleceği de aynı. Eskiden hemoglobinin normal değerinin sorulduğu sınavlarla karşı karşıya iken, şimdi hemoglobinin normal olmayan değerlerini soruyorlar. Hemoglobinin moleküler özelliklerinin sorulacağı sınavlara uzak görünüyoruz.

Ama her nedense her zaman kendi girdiğimiz sınavları hep zor sayarız. O sınavlar bugüne kadar yapılan en zor sınavlar gibi gelir. Kendi girmediğimiz sınavlar ise hep kolay sayarız. Bu durum geçmişte de böyleydi gelecekte de böyle olacak.

Ama ″görünen köy kılavuz istemez″ diyen atamız ne kadar güzel söylemiş. Gerçekten bakıldığında sorular; 1998 yılından öncekiler ve 1998 yılından sonrakiler olarak TUS’u ikiye ayırabiliriz. Eski TUS’lar daha nostaljik ve daha sempatik iken yeni TUS’lar iyi kalibre yapılmış ve daha az sevimli sınavlar şeklinde renk vermeye başlamıştır. Ama özde değişen bir şey olmadığını söyleyebiliriz. Sadece iyi kalibre edilmiş soruların sıklığında bir artma var. Bu nedenle de kendimizi, yeni dönemdeki tus’lara hem bilgi düzeyinde hem de hem de serebral motivasyon düzeyinde iyi kalibre etmek zorundayız. Vericinin değil, alıcının ayarları ile oynamamız ve eski antenlerimizi çöpe göndermemiz gerekiyor. Soruları soranlarda olan zihniyet değişimin farkına varmalı ve bu çerçevede kendimiz kısa sürede yeni duruma adapte etmeliyiz. Bu duruma bir örnek vermek gerekirse milattan önce yapılan eski bir tus’da sorulan soru; demir eksikliği anemisinin periferik yayma bulgusu nedir? Şeklindeydi. Cevabı da basitti. Hipokrom-mikrositoz. Yeni dönemde yapılan tus’da da bu sorunun soruluş şekli ise artık şöyle. Aşağıda verilen anemi türlerinden hangisi hipokrom mikrositik değildir?. Aslında her iki soruda bir periferik yayma sorusu. Ama konunun özü hiçbir zaman değişmiyor.

Peki TUS kazanmak zorlaştı mı? Eskiden kazanmak kolaymıydı? Evet bu sorunun yanıtını vermek o kadar kolay değil. Belki ilk bakışta yanıtınız duygusal bir şekilde kazanmak artık çok zorlaştı şeklinde olabilir. Belki bu kısmen doğrudur. Ama kesin doğru değildir.

Kazanmanın kolay olduğunu düşündüğümüz yıllar, ciddi bir kaynak ve soru eksikliğinin olduğu yıllardı. Sınava giren her kişi nereden çalışacağını, ne okuyup okumaması gerektiğini bilemez durumdaydı. Daha da dramatik olanı eskiden çıkan sorular ne olduğunu bile bilmeden sınava girerdi. Dolayısıyla o dönemde sınava girenlere sorsanız, o sınavlar onları için ne kadar zor geçen sınavlardı. Ama o sorulara günümüz penceresinden baktığımızda gerçekten hafif siklet soru olarak görüyoruz.

Oysa günümüze baktığımızda, derli toplu kaynaklar, özetler, pratik noktalar, vurgular, bold bilgiler, altı çizilmiş bilgiler, tablolar, kutucuklar, yeni ilaçlar… Artık hiç tahmin edemediğiniz bir hızla önünüze geliyor. Harrison, Cecil, Harper, Nelson, Robins gibi textbookların özeti yapılıyor, ders notları şeklinde sunuluyor. Eski çıkmış sorular ayrıntılı analiz edilmiş ve bununla ilgili Tüm Tus Soruları adı altında 4 ciltlik devasa bir kaynak kitap oluşturuluyor.

Artık insanlar okuyor, artık insanlar analiz ediyor. Karşılaştırıyor. 98 yılında sorulmuş bir sorudan haberi var. İşte bu kaynakların oluşturulması ve sizlerin kullanımına sunulması sanıldığının aksine sınavı kolay kazanılır hale getiriyor. Çünkü bu kaynaklardan faydalanmak, kişiye nasıl çalışması gerektiğini, nelere dikkat etmesi gerektiğini, zamanı nasıl verimli geçirmesi gerektiğini beynine öğretir. İşte yukarda bahsettiğim zihni kalibrasyon dediğim şey de budur. Bu kalibrasyonu kişi kendisi yapabileceği gibi kaynaklardan da faydalanarak yapabilir.

Peki zor soru sorulmuyor mu? Elbette soruluyor. Ama 200 sorudan 10-15 civarında sorulmuş olan zor soru, sınav morbiditesi ve mortalitesini etkilemeyecek düzeydedir. Pire için yorgan yakmaya değmeyecektir. Yıllarca yapılan sınavlara bakarsak ortalama 150 net civarında yapan bir meslektaşımızın hemen hemen istediği bir bölüme yerleştirilmiştir. Bu eskiden de böyleydi. Şimdi de böyle. Gelecekte de böyle olacak…

Gelelim soruyu hazırlayanlara. Acaba soruyu hazırlayanlar gerçekten yeni gelişmeleri takip ediyorlar mı? Bu sorunun yanıtını, soruyu soranları üç gurupta analiz ederek verebiliriz. Birinci gurup; eskiden soru hazırlayan, sonradan kendini yeni bilgilere adapte eden, ama her zaman genel tıp çizgisinin, temel bilgilerin bilinmesi gerektiren sorular soranlar, ikinci gurup; tamamen yeni bilgi gerektiren, zor, karışık ve anlamsız ve kazık soru soran gurup, üçüncü gurup; tamamen basit ve temel bilgileri soran, sınavın en sevimli, amacı üzüm yemek olan sorularını soranlar… Bu açıdan bakıldığında bir sınavın rengini ve desenini belirleyen soruları hazırlayan ekibin mantalitesi ve keyfiyle yakından alakalıdır.

Sonuçta TUS’un geçmişinden bugüne ve bugünden geleceğe, pek bir şeyin değişmediğini söyleyebiliriz. Değişen, yukarda örneğini verdiğim gibi, analiz gerektiren soruların sayısının artmasıdır. Bir sorunun analiz gerektirmesi o sorunun zor olduğu anlamına gelmemeli, konunun temel yönlerinin bilinmesi gerekliliğini ortaya koymalı ve konuları birbiriyle karşılaştırabilme yeteneğini geliştirmeye çalışılmalıdır. Bu saydığımız noktaları geliştirebilmek için, konunun özü öğrenildikten sonra konuyla ilgili çok sayıda soru çözmeli ve buna paralel soru çözebilme, soruyu koklayabilme yeteneğimizi artırmalıyız… Ama bunları yaparken merkezden uzaklaşmamalı, utopik dünyamızın derinliklerinde yol almamalıyız.

Unutmayın: Yarım bardak suya yarım bardak daha koyarsak tabiî ki bir bardak su olur. Alttaki su ıslanmaz!!!. Eğer hayal alemine dalıp, alttaki suyu ıslatmazsak başarı kaçınılmaz olur.

Dr. Fatih SELÇUKBİRİCİK

Bu yazı 8531 defa okundu.


Yazarın diğer yazıları :

Yorum yapın :